23 Şubat 2011 Çarşamba

Sanctum


     Şu afişi gördüğünüzde gerçekten güzel bir şey bekliyorsunuz, gözünüzde 3D gözlükleriyle suyun altında nefessiz kalma korkusu yaşamadan fink atacağınızı sanıyorsunuz. Ama öyle olmuyor maalesef, ne Titanic'teki epik senaryoyu buluyorsunuz ne de Avatar'ın ilk kez gördüklerinizi göstermesini... Sanctum, bana göre The Cave ve Poseidon filmlerinin basit bir karması gibi olmuş. Yaşlı çocuk tanrıyı oynar, zengin çocuk şımarıklık yapar, kadınların saçı uzundur, küçük çocuk önce ergenlik yapar sonra büyür ama filmde bir silah varsa mutlaka patlar. O diş parlıyorsa filmin sonunda yaşamak veya ölmek ona bağlıdır ya da bu filme göre konuşursak... 

     3D'ye para verilir mi diye tartışmaya gittim bir yandan bu filme, the Saw izlerken üzerime yağan organlar yüzünden pek test etmeye fırsatım olmamıştı ama anladım ki hiç gerek yok, yakındaki insanların öndeki bir karton manken gibi gözükmesinden fazlası değil çoğu zaman. Bir de gözlükler gördüklerinizi kararttığı için alabileceğiniz zevki de kısıtlıyor bir bakıma. Sonuç olarak sinemada izlemeye değmeyecek bir film, evde de izleyecekseniz sona bırakacaklarınız arasına almanızı tavsiye ederim.

21 Şubat 2011 Pazartesi

Köşe Bucak Gökyüzü


Sabancı Üniversitesi lokomotif olmuş bu etkinliğe, geçen yıl bir arkadaşım katılmıştı ve bu yıl da tekrar yapıldığını öğrendiğimde adımı yazdırdım. İyi ki de yazdırmışım. Sabah 8'de servise binip Tuzla'ya gidiyoruz. Derslerin verileceği dersliğin kapısında bir catering grubu kahve kokularıyla karşılıyor bizi. Derse geçerken dersliğin akustiğinin ve ışığının çok iyi ayarlandığını farkediyorum, öyle ki astigmat olduğumu saatler sonra hatırlıyorum. İlk olarak bu programın ne olduğunu anlatıyor Mehmet Ali Alpar ve Ersin Göğüş Hocamız da Bilim Eğitiminde Astronomi Projesi'nin ne olduğunu ve neden önemli olduğu hakkındaki sunumunu yapıyor.Bu sunumlar sırasında hocalarımız yararlı olabilecek birçok internet sitesinin adresini veriyorlar. Bunların bir kısmını buradan bulabilirsiniz. Bunlara ek olarak kendisi bir fen öğretmeni olan Kenan Okan'ın web sitesi olan www.kenanokan.com ayrıca www.galileoteachers.org adresinden de Galileo Elçileri'nin Dünya çapındaki etkinliklerini takip edebilirsiniz. www.worldwidetelescope.org adresinden ise gökyüzünden alınmış imajlar var. 
     Kahve arasından sonra bir gök atlasının nasıl kullanılacağını anlatıyor Şirin Çalışkan ardından enlemlere göre hazırlanan bu gök atlaslarının bir de digital versiyonu olduğu ve daha geniş çaplı gök bilgisi ya da vizyonu elde etmemizi sağlayan bir program olan Stellarium'u anlatmak üzere Zeynep Avcı ve Arif Bayırlı karşımıza geliyor. Programın beni en çok etkileyen kısmı oldukça profesyonel olmasına karşın ücretsiz olması ve gündüz vakti atmosfer olmasa gökyüzünün nasıl gözükeceğini gösterebiliyor olması. 
     Yemek arasından sonra  Ünal Ertan Gökyüzünde Hareket sunumunu yapıyor ve dünden bugüne Astronomi tarzı bir dersle karşımızda... Takiyüddin'in III. Murat zamanı (1575) Tophane Rasathanesi'ni kurmasını fakat1577'de geçen kuyruklu yıldız ve 1578 yılındaki Veba salgınından sonra uğursuz sayılıp yıkılmasından bahsediyor bunun üzerine de Sayın Erdal İnönü'nün Üçyüz Yıllık Gecikme adlı kitabını da zikretmeden geçmiyoruz elbette. 
     Bu dersin ardından bir drama çalışması yapmak üzere bahçeye çıkıyoruz ve dünyanın eğikliğinden tutun da Güneş'in dönmesine, Yaz-Kış dönümüne, Boğa-Kova-Terazi gibi yıldız takımlarının yerleştirilmesine kadar her şeyi dramatize etmeye çalışıyoruz ki eğer bir Galileo Elçisi olmaya karar verirsek çocuklara bunları daha etkili biçimde anlatmayı başarabilelim. 
     Soğukta dramamızı yapıp uykumuzu açtıktan sonra tekrar içeriye dönüyoruz mutlu mesut ve Atakan Gürkan hocamızın samimi ders anlatımına bırakıyoruz kendimizi. Gün içindeki en yoğun ders olmayı da başarıyor bu saat, zira kabullenme olan fakat kanuncasına bize yedirilmiş bilgileri düzeltmeye çalışıyor hocamız. Bu derste aldığım notları yazmayı düşündüm fakat bu etkinliğe ev sahipliği yapan hocamız Defne Üçer yapılan sunumları internete koyacağına söz verdiğinden bunların linklerini o ekledikten sonra eklemeye karar verdim.              Dersler sona erdikten sonra Gökyüzü Gözlemi'ne sıra geliyor fakat hava bulutlu olduğu için gözlemimizi Celestia ve Stellarium üzerinden yapmak zorunda kalıyoruz ki değişik diyaloglarla şenleniyoruz. Bunlardan biri Zeynep Avcı'nın "Ay'ı doğduralım" demesi diğeri ise bir arkadaşımızın program hakkında "Mesela Güneş'i görmek istiyoruz, Güneş'i görebileceğimiz konuma gidebiliyor muyuz?" diye sorması üzerine Arif Bayırlı'nın ARA çubuğuna Güneş yazarak Enter'a basmasının ardından "Yerin dibine götürüyor bizi" demesi. Bu dersin slaytı olmadığı için burada verilen "Kadir" bilgisini yazmak istiyorum buraya. Kadir, yıldızların parlaklığını belirtmek üzere Vega referans olarak alınarak oluşturulmuş sistemdir.
      Yazışmalarda okuduğumuz Defne Üçer isminin karşımıza bir asistan olarak çıkmasını beklerken bir hocayla karşılaşmak beni epeyce şaşırttı, Defne Hocanın bizimle bizzat ilgilenmesiyle gururumuz okşanmadı desem yalan olur herhalde. Sabancı Üniversitesi bizi çok iyi ağırladı ayrıca, çok misafirperverler; bizleri memnun etmek için her anlamda ellerinden geleni yaptılar. Bir sonraki toplantıyı iple çekiyorum.



11 Şubat 2011 Cuma

Kayıp Sembol

     Birçoğunuzun okumuş olabileceği bu kitabın kaydını bu kadar ertelediğim için özür dilemek istiyorum öncelikle. Birkaç kişiden duyduğum Dan Brown'ın randımandan düştüğü yolundaki yorumlara katılmıyorum, bence sadece biraz yazım tarzını değiştirmiş. Şöyle ki:

     Eskiden hikayeye, olaya ilk sırayı verip yanında bilgi verirken bu kez bilgi kısmına daha çok ağırlık vermiş. Masonluk hakkında birçok şey öğrenebileceğiniz romanda tıpkı Dan Brown'ın daha önceki kitaplarında yaptığınız gibi her şeye inanmamanızı da tavsiye ederim zira hikaye daha can alıcı olsun diye bazı mitleri de ekleyebiliyor. Eğer olaya odaklı bir okuyucuysanız siz de yazarın eski kitaplarının daha güzel olduğunu söyleyenlerden olacaksınız, "Kitap her şeye rağmen bir şeyler öğretmeli." diyenlerdenseniz bunu daha çok seveceksiniz.

     Yazar Türkiye'ye geldiğinde Güneri Cıvaoğlu'yla yaptığı röportajda ülkemizden çok etkilendiğini ve son kitabında İstanbul'a mutlaka yer vereceğini söylemişti; hayal kırıklığına hazır olun çünkü romanda yer alan İstanbul, Kartal Soğanlı Cezaevi'nden ibaret. Ama belki yeni kitabı İstanbul'da geçer de şehrin hakkını ziyadesiyle verebilir, özellikle Melekler ve Şeytanlar'da okuduğumuz Vatikan'ı aratmayacağını umuyorum o zaman.
     Okurken yaptığım tahminlere gelince, kitabın en büyük sürprizini doğru tahmin ettim fakat siz bana aldırmayın çünkü benim okumadığım polisiye-macera-cinayet tarzı roman çok azdır ve her şeye rağmen gözlerimi pörtleterek şaşkınlıkla okuduğum paragraflardan da bolca var Kayıp Sembol'de.

İçimdeki Katil

Karım, aşığı, kardeşim ve ben...
Orijinal adı Two-Way Split olan kitaba başladığımda bırakmayı düşünmüştüm aslında ki kolay kolay bunu yapacak biri değilimdir fakat kitaplara küsmeyi gerçekten beceremiyorum sanırım ki içimden geçen tüm "Yeter artık küfretmeyin" tarzı cümlelere rağmen devam ettim ve iyi ki de etmişim.
İskoç yazar Allan Guthrie karakterlerinde kullanmaktan çekinmediği kaba konuşmalara rağmen gerçekten çok iyi bir yazar. Özellikle kitabın son sayfalarını nefessiz okudum diyebilirim zira örneğini Türkçe olarak bulmak gerçekten zor. Bu şaşkınlığımın ardından yazar hakkında yaptığım araştırmadan sonra kitabın 2001'de CWA(Crime Writers' Association) Debut Dagger ödülünü aldığını, 2007'de ise Theakston's Old Peculier tarafından yılın cinayet romanı seçildiğini öğrendim. 

Kitabın sırtındaki özeti ve fiyatını görmek için tıklayınız.