24 Mart 2015 Salı

Ölü Ordunun Generali

Yine en son söyleyeceğimi en başta söyleyeceğim. Bu oyun tam bir headshot olmuş. Tek perde, beyne tek kurşun ve bitti.

Balkan topraklarda doğmuş olduğumdan sebep bu tip konulara daha merakla gidiyorum, Kovaçevic favori yazarlarımın arasındadır mesela. Bu oyun İsmail Kadare (Arnavutluk) imzalı. Nurullah Tuncer da Balkan konularıyla çalışmayı çok sevip bana ismini gördüğümde araştırmadan hemen bilet aldırabilen az sayıda insandan biridir. 
Yer: Arnavutluk. Savaşın yaraları kabuklanırken (asla kapanmaz çünkü) şehitlerinin peşine düşmüş iki generalin parsel parsel dolaşarak kazılan mezarlardan çıkanları tanıma çalışmalarıyla açılıyor perde. Fakat ordulardan birinin boynunda künyeleri var, diğerininse yok. Oyun boyunca bu künye meselesinin üstünde o kadar duruluyor ki aslında bitmiş bir savaşta geriye kalan boynunda bir çift demir parçası takılı iskeletler olup çıkıveren insan evlatlarının dramını izliyorsunuz. Yukarıdaki fotoğrafı bilhassa bu "evlat" kelimesinin üzerinde durmak üzere seçtim. Eminim sahnede de o kocaman kafaları "bebek" metaforuna yönelmek için kullanmışlardı. O askerler, savaşta ölen herkes analarının biricik yavrularıydı ve savaş aslında savaşanların değil
onların başlarındaki "isimlerin" savaşıydı. Aslında oyun tam da bunun etrafına örülü dev bir insanlık dramı, adeta insanlık tarihinin bir buçuk saatlik fragramı ya da siz buna tekerrürün çürümüşlüğü de diyebilirsiniz.
Dekoru ya da içindeki ince konu ayrıntılarına değinmeyeceğim. Totalde bu Sapienslerin değişmez hırsından büyük ve acı lokma olarak boğazınızda kalacak sert ve karanlık bir oyun. Kendi adıma generallerin son perdedeki o muhteşem (olumlu oyunculuk, olumsuz karakter olarak) performansından sebep kanım dondu ve alkışın hakkını veremediğimi düşünüyorum. Bu anlattıklarıma hazırsanız gidiniz, Mutfak izleyicisinden gayrısı değilseniz uzak durunuz.



Fotoğrafların ya da videonun hiçbir hakkı bana ait olmayıp Google üzerinden bulunmuştur.

10 Şubat 2015 Salı

Marslı

Bu ara İthaki'den ilerliyorum. Uzunca yollar kat ediyorum İstanbul'un bitmeyen trafiğinde, bana önüne durulamaz kitaplar gerekiyor; İthaki de sahip olduğu torkla bana bu enerjiyi bahşediyor sağ olsun. Artık herkesin bildiği o "2014'ün Goodreads şeysi" salatasını yapmayacağım, bizzat kendi yorumumu damıtmaya ant içiyorum şu dakika!


Özgün Adı: The Martian
Yazar Adı: Andy Weir
Yayınevi: İthaki Yayınları
Vikitap Puanım: 8

Ben bu kitaba dair çok yorum okudum. Demişler ki: çok teknik dili varmışmış. Hayır efendim, bir Fizik Öğretmeni ve Galileo Elçisi olarak söylüyorum ki dili Physics 101 ayarında. Kusura bakmayın da şuncacık Fizik için bu kadar gürültü çıkaracaksanız lise diplomasını hak etmiyorsunuz demektir. ( Emin olun Watney de aynen böyle söylerdi, açık sözlü karakter vesselam)
Şimdi fotoğrafımdaki Klasik Mekanik kitabından yürüyenler olacaktır, o kitap için değil bir öğrencim içindi. (*swh)

Watney'i kendime çok yakın buldum. Fizikle çok iç içe olan insanların belli başlı özellikleri vardır. Mesela; sonuç odaklı çalışıp duygusal davranmazlar. Buradaki kastım gerçekten aşırı realizm. Örneğin gerçek bir fizikçinin şiir yazdığına şahit olamazsınız. Bilindik şairler Çoban Yıldızı ile çatır çatır şiir yazarken bizimkilerin kafası: "Bu Güneş sisteminin 2. gezegeni olmakla birlikte sistemin terse dönen tek gezegenidir, bu sebepten gözlemi bağıl hızlardan ötürü zor olacaktır." diye düşünmekten şiire konsantre olamaz. Watney işte tam da böyle bir adam. "Tanrım, lisanstan arkadaşımın Mars Günlüğünü okudum." diyebilirim. 

Ama Watney aynı zamanda biyologtu. Adam Mars'ta patates tarlası kurdu ve mahsul aldı. Bu adam "Mars'ı kolonileştirdi." 

Kitabın gerçeğe çok yakın tutulmuş olması çok tatlı. Andy Weir de bu konuda birçok araştırma yapmış olduğunu itiraf ediyor zaten. Benim en sevdiğim derslerdendi Astronomi, o yüzden Galileo Elçisi olmaya karar vermiştim. Kitabı okurken hiç sıkılmadım desem yalan söylemiş olurum, sonuçta koca gezegende yalnız kalmış bir adamın Fizik bildiği için tersliklerden nasıl yırttığını falan anlatıyor, zaten bildiğiniz ve tahmin ettiğim şeyleri yapması "hadi artık yerdekiler ne yapıyor??!" diye aklımdan geçirtti, evet. Ama bu benim için böyle, bu konuya ekstra eğildiğim için böyle. Buna rağmen belli başlı cümleler vardı ki "evet okunmalı" dedirtti bana kitap hakkında ve oturup bunu yazmaya karar verdim:

Elektronik teçhizatımla bataryayı kontrol ettim ve tahmin ettiğim gibi ölmüş, bitmiş, yalan olmuş. Halı üzerinde yuvarlansam, ben daha çok elektrik tutarım.
Laptop anında öldü. Ben daha hava kilidinden adımımı atmadan ekranı karardı. Görünüşe göre LCD'deki "L" "Liquid'in" (Sıvı) kısaltmasıymış. Sanırım ya dondu ya da buharlaştı. Belki bir tüketici yorumu yazarım. "Ürünü Mars yüzeyine çıkardım. Çalışmamaya başladı. 0/10."

Gezegenin meşhur kırmızı rengi demir oksidin her şeyi kaplamasından kaynaklanıyor. Yani burası sadece bir çöl değil. Burası öyle eski ki, gerçekten paslanmakta olan bir çöl.
Teknik konuşmaya çabalarken yazarlık hünerlerinizi sergilemek çok zordur. Sonuçta teknik bunun tam tersidir; romantizmden uzak kalmalı ve net olmalısınız; betimleme yapmazsanız daha sağlıklı yazmış olursunuz çünkü metaforlar anlatmak istediğinizi daha da saptırabilir. Andy Weir bu kısmı çok güzel atlatmış ve tavsiye edilesi bir kitap ortaya koymuş. Zaten bu yüzdendi yazının başındaki amiyane tabirle "atarım". 

Müfredat izin verse de Fizik öğretmenleri bu kitabı okutup 1 ay bunun üzerine konuşsa misal; hadi bir ay çok oldu, 2 hafta olsun. Watney'in başından geçen senaryoları değişken değiştirerek formüle etmeden, matematiğini dillendirmeden konuşsalardı... Türkiye standardı bir okulda gerçekten verimli geçtiğine inanacağım 2 hafta geçirdiklerine inanırdım böylece. 

Kitap öyle tatlı ki ben bile romantizme bağlayıp hayal falan kurdum şurda bir paragraf. Okuyunuz efenim, eğlenceli sayfalar sizi bekliyor.


29 Ocak 2015 Perşembe

Locke Lamora'nın Yalanları

Ben buraları çok boşlar oldum. 2 kısacık twit atıp da geçiştiriyorum onca zaman süren emekleri. Tamam, işte oturdum yazacağım bu defa:


Seri Adı: Centilmen Piç
Özgün Adı: The Lies of Locke Lamora (Gentleman Bastard)

Yazar Adı: Scott Lynch
Yayınevi: İthaki Yayınları
Vikitap Puanım: 10/10 (Bu puanı verdiğim kitap sayısı bir elimin parmaklarını geçmiyor.)

Bu kitabı TÜYAP Kitap Fuarı'ndan aldım. İthaki fantastik standına sağlam elemanlar seçiyor. Aslında her şey yayın evinin benim gibi nerdleri besleme merakından (God bless) kaynaklanıyor. İthaki olmasa, ruhum açlıktan ölürdü azizim.

Patrick Rothfuss'tan yediğimiz vurgundan sonra uzunca bir süre seri okumamaya niyetliydim; zira bu adamlar da insan, bunlarınki de vücut. Ne kadar seri üretim yapabilirler, gelemiyor devamı azizim, gelemiyor. Mükemmel adamı bekleyen kız kuruları misali mumyalaşıyoruz. Velhasıl kelam, yine dayanamayıp (Yine Patrick'in goodreads'te yazdıkları sağ olsun) kendimi kucağımda bu kitapla kasada dikilirken buldum. (Zaten "yapmayacağım artık" dediğim şeyleri hemencecik yapmasam ölüveririm mazallah)

Kitap öyle fantastik filan dedim de (evet öyle de) ilk zamanlar bir yanlışlık mı var diye düşünmekten pek alıkoyamadım kendimi. Zira sevgili hırsızlarımızın en extraordinary yetenekleri üstün dolandırıcılık yöntemleri. Kitap ilerledikçe ortaya bağlı büyücüler falan çıkıyor ki içimiz rahatlıyor. 

Okurkenki o zihinde canlandırma işinde ben birazcık Ortaçağ Fransa'sından kareler kullandım. Hatta Koku filminden kareler de diyebiliriz. Kirli, pis kokulu , dağınık ve tekinsiz sokaklar... Zenginler her hikayede hep ihtişamlılar, para konuşuyor azizim. İşte böyle bir ortam; Avrupa o noktadan sonra Rönesans'ı patlatmıştı, böyle sahneleri kaçırmam(kaçıramam).

Locke Lamora, kitabın (serinin) adından anlaşılacağı üzere piç. Ama bizimki piçin önde gideni. Şimdi "ne ayıplı konuşuyor bu kadın böyle" dedirtmemek için birazcık bu piç lafından uzaklaşayım diyorum. Adamımız kendine hırsız yaftası yapıştırmış ( keza üstadı da öyle) ama bana sorarsanız ben onu "über dolandırıcı" olarak tanımlarım. Yaşadıkları "dünyada" çalarak geçinen çeteler, bu çetelerin kendi mıntıkaları var. Fakat her çete Capa'ya kazançlarının bir nevi vergisini veriyor. İşte Camorr böyle bir şehir.

Yazar olarak Lynch çok iyi iş çıkarmış. Lafını sakınmadan kullanan, betimlemesinden geri kalmayan, konusunu boğmadan tatlı tatlı anlatan çok ayarında bir adammış. Bundan mütevellit kendisini Vikitap'ta favori yazarlarıma ekleyeceğimdir. Fakat kendisiyle ilgili şöyle bir yorumum da olacak: Shakespeare'in katil yazar ruhundan büyük bir parçayı kendi ruhunda sindirmiş, ardında ceset bırakmaktan hiiiiç çekinmiyor. E adamda bu kadar tork olunca, hikayenin dinamikleri çatır çatır okuyucuyu eziyor derinden. Kimler geldi, kimler geçti adeta... Ağlatayazdın beni kitapsız Scott! (*swh)

Locke Lamora karakteri; ailesini kaybetmiş olsa da kendi hırsız ailesini ciddice kabullenmiş, aşık olmuş ama bi'şeyler olmuş... Ay anlatmayayım daha-spoiler veririm diye pek korktum- okuyunuz efendim. Lamora fantastik bir romanın içinde gerçek bir karakter (bkz.dolandırıcı insan). Zaten ben önermesem de hem Pat hem de George R.R. Martin öneriyor; hadi beni tanımıyosunuz belki, bu adamlara kulak verilmeli.

Demem o ki: Devamının çevirisi yolda olsa da okuyunuz.(bunun çevirisinde de herhangi bir hata dikkatimi çekmedi ki genelde çeviri hatalarından maksimum rahatsız olup bundan sebep çok söylenen o kadınlardanımdır.), hayır asla pişman olmayacaksınız.