11 Haziran 2014 Çarşamba

Incarceron

Aylardır yazmamışım, o kadar çok kitap okudum ki aslında bu zarfta. Sanırım depresif filan olmalıyım bunu yapmak için, ne bileyim havalardan nefret etmeliyim bla bla...



Özgün Adı: Incarceron

Yazar Adı: Catherine Fisher
Yayınevi: Pegasus

Ne kadar büyük bir sci-fi tutkunu olduğumu bilmeyenler de öğrendi sanırım artık. Kitabın kapağını ilk gördüğümde zihnimde uçuşan serbest çağrışıma engel olamadım: Fringe. Arka kapağı da okuduktan sonra almak ben naçizane otostopçunun farzı olup çıkıverdi. Zira diyordu ki: Bu hapishane canlı.

Zannediyorum ki en son söylemem gerekeni en başta söylesem hiç fena olmaz: Sevgili Fisher çok iyi bir fikri heba etmiş. Kurguladığı dünyanın felsefesine inse birazcık çok mükemmel bir başyapıt ortaya koyabilirmiş. Artık aceleye gelmiş de yeterince sosyolojik olay mı inceleyememiş ya da bunu bilerek yapmayıp ergen tayfaya mı hitap etmek istemiş onu bilemiyorum ama bu haliyle çok yavan kalmış. 

Zaten hep derim, belki de hep diyeceğim -evet bir kadın olmama rağmen- şu omurgası sert insanlık çirkin gerçekliklerini (ne zincirledim yalnız burada tamlamayı) tasvir etmeyi kadınlar bi' bıraksın, yapamıyorsunuz sevgili hemcinslerim! (Elbette Christie'yi tenzih ediyorum) 

Tekrar kitaba döner isem, ilk kitap "daha iyisi gelecek" izlenimi yarattığı için okumaya devam ettim - ki zaten Sapphique'yu da aynı siparişle almıştım. Ama ilk kitaptaki o "aşırı şanslı kurtulmalar" devam ettikçe etti. Nedense Incarceron bizzat kaçmaya çalışıp içerideki esirleri alıkoymak adına fırtınalar filan yollarken hep bir çukur, hep bir cep; adeta fırtına kendiliğinden çıkıyormuş da o onları koruyormuş gibi. Benim zihnim öyle über olup da vücudumda bir şeyler gezinse kimse kusura bakmasın da ben onları her türlü ayıklarım. 

Yine ilk kitabın başında bir Çehovvari girizgah var ki Allah Allah! Kimse de dememiş ki: Ablacım bak bunlar Dünyalı; "protokol", ne bileyim "dönem" gibi şeyleri bilmezler, az açıkla; soğutma okuyucuyu, ne dediğini sorgulamasınlar. 100-150 sayfa kadar böyle giderek kendini yarım bıraktırma potansiyeline sahip aslında birazcık. Benim için "Kavgam" müstesna yarım bırakılmış bir kitap arkamda bırakmadığımdan (bkz. obsesif) ilerlemem sıkıntı olmadı o ayrı.

Tüm bu negatif yorumlarımı bir kenara bırakırsam. Derdimiz eğer sürükleyici bir kitap olsun, beni kilitlesin; sosyolojik, psikolojik, felsefi mesajları da kasmayıversin şeklindeyse tam da öyle bir seri olmuş. 

Şöyle ki: Incarceron bir cennet olsun diye tasarlanıp insanların özü buna elvermediği için hapishaneye dönüşmüş tam manasıyla. Yoksa Incarceron en başta adeta Platon'un Devlet'te anlattığı o ütopik mükemmel yönetime sahip (ya da belki ben o felsefi boşluğu bununla doldurmak istedim). Toplumun sıkıntılı bireyleri buraya alınıp düzeltilmek adına deneye başlanmış, bu sırada "Dışarıda" teknoloji fazla ilerlediğinden çok çılgın bir yıkım olduğundan "Dönem" seçilerek bunun dışında kalan her teknoloji yasaklanarak yok edilmiş ya da saklanmış. Yani o yıkıma çözümü böyle bulmuşlar. Herkese bir rol verilmiş ve yolundan çıkmaması yasalarla garantilenmiş. Ne mükemmeliyet(!) 

Dediğim gibi fikir süper ama işleyiş vasat.  Bu kitaptan çok tatlı "din türeyişi", "insan özü", "varlık sorgusu" temalı tartışmalar yaratılabilirdi ama belki de yazar bu entelektüel görevi bize bıraktı. Kim bilir(?)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder