2 Nisan 2011 Cumartesi

Tehlikeli İlişkiler

     Bu sezon izlediğim en iyi oyunlardandı diyebilirim sanırım. Garip bir şekilde en sevdiğim oyunları Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde gördüm, bu da salona daha bir ısınmama sebep oldu. Bugün oyununun Afife Jale Ödüllerine tam 5 dalda aday olduğunu okuduktan sonra yazmaya karar verdim.
     Yerime yerleştiğimde görüyorum ki son zamanlarda görmeye alışık olduğumuz gibi perdesiz bir sahne bekliyor bizi. Fakat karşımızda tüm sahneyi kaplayan üç dev ayna var ve bir duvar gibi karşımızdalar. Ben biraz kendime baktım, biraz da arkamdaki hareketleri çok meraklı gözükmeden izleme fırsatı buldum :) Ayna dediysem aklınıza camdan aynalar gelmesin, öyle olsa nakliyesi zor olurdu çok; o yüzden tahta plakalara yapıştırılmış dev yansıtıcı stickerlar düşününüz. Tam yansıma sağlayamıyorlar o yüzden, oyunun bitmesine yakın buna şükrediyorsunuz zaten.
     Oyun başladığında tüm dekorun aynalardan ibaret olduğunu görüyorsunuz, beş dev ayna... Aynalar dönüyor, oyuncular yürüyor; gördüklerinizin hangisi gerçek hangisi yansıma anlayamıyorsunuz (ki oyunun  temsili olarak mükemmel bir yorum) sonra birden aynalar kapalı kalıyor. Solda bir kadın mektup okuyor, cümlelerin bağlanışından aralarındaki ilişkinin boyutunu pek anlayamıyorsunuz. İşte o ilişkiden korkun. Çünkü birazdan mektubu yazan Valmont gelecek ve Fransız aristokrasisinin bütün çürümüş ahlakını gözler önüne serecek. Sosyetenin içinde yapılan politikayı, takılan maskeleri, içlerinde yanan nedensiz intikam hislerini ve bir kadının onurunun yalnızca eğlence için nasıl da ayakaltı edileceğini göreceksiniz. İkinci perdede değişen kostümlerle yalnızca Tourvel'in beyazlarla kalması tesadüf değildi ve ben öyle herkesi siyahlar içinde görünce arkadaşıma "Cenaze var galiba?!" demiştim. Choderlos de Lacros'un kitabını okumadım fakat oyuna çeviren Christopher Hampton gerçekten çok başarılı oyuna çevirmekte bence çünkü bir romanı oyuna çevirmek gerçekten meşakkatli bir iştir. 
     Oyuncuların hakkını yememek lazım tabi burada, aslında teatral anlamda gayet klasik oynuyorlar, o bakışlar, o duruşlar ama moderniteden uzaklaşılmamış çok. Kostümler mükemmel, tam anlamıyla 18. yy Fransa'sındasınız. Avrupa Yakası'nın Cem'i Levent Üzümcü, tüm ihtişamıyla bir kont olarak karşımızda, o pısırık Cem'den eser yok; tam bir oyuncu dedirtiyor. Tüm entrikaları doğuran kadın Merteuil olarak Şebnem Köstem çok başarılı; bir o kadar başarılı olan isim Tourvel olarak içimizi parçalayan, yerlerde sürünen, konuşma metninin olmadığı sahnelerde bile mimikleriyle karakteri ta derinimizde hissetmemizi sağlayan kadın Selin İşcan. Henüz çocukluğundan tam kurtulamamış ama kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu merak eden, manastırdan yeni dönmüş kızımız Cecile'de ise Ece Özdikici var ki zaten yine bu "bakire" portresi çizdiği Juliet rolüyle Genç Yetenek Ödülü aldı geçtiğimiz hafta. Aslında herkes çok iyi ama aralarında Tomris İncer'in adı bile yeter sanırım.
     Kısaca; gidiniz, gidiniz, gidiniz... Hatta fazladan bir bilet daha alın, yanınıza da beni alın; alelade bir son beklemiyor sizi -ki ben sonunu bilmeme rağmen bir kez daha görmeye hazırım- yalnızca o aynaların oyuna kattığı çeşniyi tatmak için bile gidiniz(Ama benim tavsiyem -İBŞT'nin hakikaten birçokları gibi beni şaşırtarak sevişme sahnelerini çıkarmamasından ötürü- liselilerin grup olarak gelemeyeceği bir temsili tercih ediniz, yoksa Valmont dudaklarını her kadına dokundurduğunda gürültüye maruz kalacaksınızdır.) Oyunu göremeyecek kadar yoğunsanız, başka bir şehirden okuyorsanız aynı isimli Hollywood yapımı bir filmi de mevcut ama şuanda bendeki etkiyi bulabilir misiniz bilemem...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder